Travmanın Geri Dönüşü ve Yeniden İnşası
Bir önceki kitap serisini bitirdikten sonra yine benzer minvalde olan, yazarlarının belli soruları cevaplamayı hedeflediği ve de çok güzel sorular sormuş olduğu bir kitabı okumak niyetindeydim. Ancak son zamanlarda bazı hissettiğim duyguları ve dikkatimi çeken noktaları düşündükten sonra o kitabı biraz bekletmenin daha doğru olacağına karar verdim. Margaret Mahler, Fred Pine ve Anni Bergman isimlerinde üç yazarın ortaya çıkardığı, insanın çocuk döneminde gelişimini inceleyerek bir takım teoriler ortaya koyduğu ve çalışmalarındaki gözlemlerini de paylaştığı “İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu” isimli kitabı okuyup biraz da giriş minvalinde ufaktan bahsedeceğim bir yazı olacak bu sayfada aktarılanlar da.
Travmayı nasıl tanımlarsın diye sorsalar, sanıyorum ki insanın maruz kaldığı ve maruz kalmanın sonucu olarak bir etki oluşturan bir olgudur şeklinde cevaplarım. Örneğin ayağımızın incinmesi de bir travmadır ve bunun sonucunda da yürümemiz etkilenir. Sadece olgunun kendisinin gerçekleşmesinin travmatik bir olay olarak tanımlamaya yetmeyeceğini, burada bir de etkinin ortaya çıkmasının gereklilik olduğunu düşünüyorum. Yine tekrar incinme örneğine geri dönersek, ayağımızı yan basmamızın sonucunda bir etki gerçekleşmemiş olsaydı, bunun sonucunda da bu olay travmatik bir eylem olmazdı.
Travmanın gerçekleşmesi ile beraber onunla mücadele ve de baş etme yöntemlerimiz de aslında bir nevi iyileşme sürecimizi de tanımlar. Eğer ki iyileşme süreci doğru bir şekilde geçirilmezse, travmanın ortaya çıkarmış olduğu etki de süreğenliğini devam ettirecektir. Böyle bir durumda da travma kendini tekrar tekrar ortaya çıkaracaktır. Yine fiziksel bir örnekten yola çıkarak gidelim, bir arkadaşım, zamanında omzu çıktığı ve çıktıktan sonra da sağlıklı bir tedavi sürecine erişim sağlayamadığı için, artık ufak bir durum veya tepki de omzunun çıkması riskiyle karşılaşıyor, yani travma tekrardan gerçekleşiyordu.
Travmanın bu yönlerine değinmiş olmakla birlikte ruhsal olarak da maruz kaldığımız travmaların da benzer yönleri olduğunu söylemenin yanlış olacağını sanmıyorum. Bunun sonucunda çeşitli mekanizma ve stratejiler geliştirip, o travmanın kendisi ile mücadele ettiğimiz bir gerçektir. Eğer ki o travmayı sağlıklı bir şekilde atlatmadıysak aynı travmanın tekrar tekrar ortaya çıkacağını sanıyorum ki bekleyebiliriz. Bu ortaya çıkışının en önemli sebebi ise travmanın etkisinden kurtulamamış olmamızdır.
Travma kendini gerçekleştiren kehanete benzer bir şekilde, bir motife benzer noktada tekrar tekrar kendini ortaya çıkarır. Ondan kurtulmaya ve de onu yenmeye çalıştıkça travmayı yeniden inşa eder ve de tekrardan aynı durumun içine düşeriz. Her seferinde travmayı ortaya çıkaran olguyu yenmeye çalışır, bunun için gerekli plan program ve de düzenlemeleri farkında olmadan yapar ve de sonrasında travmayı hayata geçirir, gerçekleştiririz. Bu travmanın tekrar inşa edilmesinin arkasındaki niyet de olayın bizim üzerinde oluşturacağı etkiyi ortadan kaldırmak, böylece olayın kendisini bizim için travmatik olmaktan çıkarmaktır.
Son 6 aydır yazmaya başlamış olmakla birlikte zaman zaman yaşadığım olaylar ve hissettiğim dejavular ile beraber tekrardan önceden maruz kaldığım travmaları inşa edip, artık bu eylemlerin etkisini ortadan kaldırmaya çalışan ve de kendini daha sert bir kayaya dönüştürmeye çalışan bir Talha’nın inşasındaymışım gibime geliyor. Bir buçuk hafta önce yaşadığım olayı da ve attığım adımı da düşününce dün farkına vardığım şey geçmişteki travmamın aslında bilinç dışında bilerek inşa edildiği ve travmayı yenme isteğimin ortaya çıktığı açıklaması mantıklı hale geliyor.
Travmayı yenmeyi hepimiz isteriz ki bunun altında yatan sebep de en temelinde o travmanın etkisini henüz ortadan kaldıramamış olmamızdır. Benim de düşündüğüm zaman üstümde oluşan travmatik olayın etkisi ötekinin bana verdiği kıymet ile kendime kendimin vermiş olduğu kıymet arasında sanıyorum ki pozitif bir korelasyonun ortaya çıkması. Yani ötekinin bana verdiği kıymet arttıkça benim kendime vermiş olduğum kıymet artmakta, tam tersi şekilde öteki bana kıymet vermedikçe de kendime vermiş olduğum kıymet azalmakta. Bana biraz da bir Rus roman klasiği Oblomov kitabındaki ana karakterin durumunu çağrıştırıyor. Orada da ana karakter kendisine olan ilgi, alaka arttıkça öz bakımını artırmakla birlikte azaldıkça tekrar kabuğuna dönüp ortadan kaybolan bir insan haline geliyor.
Velhasılı kelam bu görmüş olduğum ve de düşünmüş olduğum gerekçelerle bu kitabı okumaya karar vermiş bulunmaktayım. Sunuş bölümünden bahsedeceğim bu yazıda Yavuz Erten bana sorarsanız çok güzel bir bölüm yazmış, çok anlaşılır, net, sade ve de diğer görüşleri de beraklıkla anlatan bu sunuş yazısı kendinizi kitabı okumaya ihtiyaç duymuyormuşsunuz noktasına dahi getirebiliyor. Mahler’in anayol psikanalize, yani Freudçu psikanaliz, yaptığı katkının büyüklüğü ile beraber sistematik bir şekle büründürerek daha derli toplu bir şekilde bir teori ortaya çıkarttığını belirtiyor. Mahler çocuğun doğumdan itibaren 36 aylık gelişim sürecini çeşitli evrelere bölmüş ve de açıklama yapmıştır. Bu evrelerin ilki Normal Otizm evresidir ki bu evrede bebek arzu olarak kendine yeterli olup, dışarıdaki nesnenin henüz farkında değildir ve de farkına vardığı andan itibaren Normal Ortakyaşam dönemi başlar. Normal Ortakyaşam ötekinin bir gereksinim nesnesi olması ile birlikte ona yatırım yapılmaya başlandığı bir dönemdir.
Altıncı aydan itibaren yeni bir dönem başlar ve de bu dönem “Ayrılma-Birleşme” dönemidir. Ayrılma-birleşme döneminin ilk aşamasında farklılaşma adını verilen bu dönemde bebek annenin bedenini fark eder, annenin kucağına göre şekil alır ve de bu dönemde bebek sosyal gülümseme(bence bu tanımlama çok önemli ve tartışmaya değer) edinir. Bu aşamanın ardından Mahler’in yumurtadan çıkma adını verdiği bir aşamaya geçilir. Bebek artık anneye göre şekil almaz, kucaklandığında yeni hareketler ortaya çıkarır, anneyi inceler ve diğer insanlarla kıyas yapar ve annenin incelenmesinin bitmesinden itibaren diğer insanlara yönelmeye başlar. Bu dönemle birlikte alttan alta çocuk yabancıya karşı korkusunu hisseder, ancak normal bir gelişim ile beraber bu korku atlatılır. Çocukta merak ve keşif heyecanı o korkuyu yener. Eğer ki böyle bir durum olmazsa, bebeğin sosyalleşme süreci ve nesne sürekliliği zarar görür.
Bu aşamadan sonra alıştırma adı verilen evre başlar. Burada çocuk emekleme, yürüme gibi kendi başına yapabildiği kabiliyetleri, hareketleri edinir ve anneden uzaklaşma ile beraber arada belli bir mesafeyi de korur. Burada çocuk ihtiyaç duyduğu anda anneyi görebileceği veya işitebileceği mesafeyi korumaya çalışır. Bu ayrılık ile beraber kaygısı yaşayan çocuk, kaygı arttığı anda annesine tekrardan koşup temas yoluyla tekrardan kendini motive eder ve sonra tekrar keşfe çıkar. Bu aşamada anne-çocuk ilişkisindeki güven, yakınlık, ilgi, mesafe, ayrılık, sahiplenme kavramları bir testten geçer.
Bu aşamadan sonraki aşama ise yeniden yakınlaşma aşamasıdır ve bu aşama en önemli aşama olarak adlandırılmıştır. İlişkilerde baba daha görünür hale gelir, onun anneden ayrı bir varlık olduğu fark edilir. Bu dönemde çocuk keşiflerini anneye gösterirken, anneye de bir olumsuzluk gösterir. Annenin yokluğu ile öncesinde hüzünlenene çocuk artık, bu aşamada diğer insanlar ile etkileşime giren bir tavra bürünür, temeldeki acı verici duyguya karşı bir savunma mekanizmasıdır. Anneden ayrılığını fark ettikçe onun sevgisine daha çok ihtiyaç duyar ve bir ikilemde yaşar, hem ayrılmayı ister hem de anne sevgisine ihtiyaç duyduğu anda da onu yanında ister. Bu sorunla alıştırma evresindeki gibi temas ile baş edilemez, artan baskı anne ile kurulan ilişkiyi “ne onunla , ne onsuz” haline sokar. “Annenin çocuğa aşkı ve çocuğun bu çift eğilimli gereksinimlerine tahammül gücü, çocukta duygusal olarak yansızlaşmış bir benlik ve nesne temsilinin ortaya çıkışının temelini oluşturur. Anne buradaki çocuğun çelişkileri ile savrulur, yalpalar ise bu yansızlaşma ortaya çıkamaz ve de annenin yaşadığı zorluk da büyük ihtimalle kendisinin gelişim aşamasında böyle bir duruma maruz kalmasıdır.”
Bu aşamada çocuk annenin peşinde iken, bir taraftan yutulma korkusundan dolayı ondan kaçar. Annenin onu özgür bırakmayacağından ürker. Bu olayları tecrübe eden anne kendisinin geçmiş deneyimlerini akla getirir. Buradaki çatışmaları çözemeyen anne de çocuğun ikilemlerine tahammülsüzlük gösterir. Çocuk bu aşamada doyumsuzdur, tutarsız davranır ve öfke krizleri ortaya çıkarır, bunlar yaşadığı ikilemden kaynaklı olarak çözümsüzlük halinin tepkileridir. Çocuk ikilemden kurtulmak için anneyi kendisinden bir parça olarak görüp, ayrılığı inkar etmeye çalışır ancak bu narsisistik aksiyon gerçekle uyuşmadıkça gittikçe çocuk hiddete kapılır. Bu aşamada bir noktadan sonra çocuk çaresizliği ve hayal kırıklığına dönüşür ve sınırlı olduğunu fark eder. Artık çocuğun olgunlaşmaya mı yoksa yoğun ikilemli iç dünya mı oluşacağı belirlenir.
Ayrılma-bireyleşme döneminin sonuncu aşaması ise nesne sürekliliğinin ortaya çıkışına sebep olur(veya çıkamaz). Nesne sürekliliğinin gelişmesi ile beraber çocuk anne ve babayı salt iyi ve kötü olarak görmekten ziyade onların iyi ve de kötü özelliklerini bir potada eritir, artık çocuğun yakından takip ettiği iyi anne ile çocuğun onu yutmasından korkan kötü anne bir bütünlüğe erişir ve de bir anne olarak çocuğun kafasında şekillenir. Artık iyisi ve kötüsü ile anne, çocuğun annesidir. Böyle bir gelişme için çocuğun kendilik temsillerinde de bir birleşmeyi başarabilmesi gereklidir. Bu aşamada artık amaca yönelik oyunlar vardır, hazzı erteleme yeteneği kazanılmıştır. Bu dönemde iki kriz noktası vardır. Bunlar tuvalet eğitimi ve cinslerin anatomik farlılıkların ortaya çıkmasıdır.
Mahler’in inşa ettiği bu teorinin anlatısıyla beraber Erten bu teoriye yönelik eleştirileri de ortaya koyar. Bu eleştirilerden ilki çocuğun doğduğu andan itibaren ilişki içerisinde olduğu, ilişkide aktif ve müzakereci olduğu, bebeğin bütün gerçeği ta en başından beri farkında olduğu görüşüdür. Bebeğin bir fantazi dünyasını tecrübe ettikten sonra gerçeğe ulaştığı argümanın yanlış olduğuna yöneliktir.
Bir diğer eleştiri ise çocuğun sağlıklı olması için anneden kopmaya yapılan vurgunun ta kendisidir. Buradaki eleştiri Batı dünyasının kültürel aktarımından kaynaklı olduğu ileri sürülür. Ayrılmadan ziyade bağlılık ile beraber özerk bir yaşamın önemi vurgulanmıştır. Keza ayrılmak için önce güvenle bir bağlanmanın gerekliliği de ifade edilmiştir. Bu güven tesis edilmeden bir ayrılma ortaya konamayacağı belirtilmiştir(Buradaki ifadenin haklılık payı var ve bence en tutarlı eleştiri).
Son eleştiri ise burada inşa edilen yaklaşımın normatif olduğudur. Yani herkesin, her bireyin başından bu olayların geçeceğine dair kabule dairdir. Ancak herkesin bu aşamalardan geçmek zorunda olmadığı, bu krizlerin etkileşimlerden sonra ortaya çıkabileceğini ifade edenler de vardır.