Simgesel-Baba ve Winnicott
Aslında aklımdaki yazı, şu anki güncel siyasal ve de toplumsal yapımız üzerindeki karşıtlıklar(Erdoğancı ve Erdoğan-karşıtı) üzerinden bir okuma yaparak ve bu karşıtlıkların çarpışması(silahlı değil) sonucunda neyin ortaya çıkacağına dair bir diyalektik bir yorumla geçmişle de bağdaştırarak toplumda gelecekte neyin ortaya çıkacağı üzerine bir kestirme yapmak olacaktı. Ancak kendime dair bir yazı yazmanın daha iyi olacağını -en azından benim açımdan- kanaat getirdim.
İnsanın kendisi hakkında yazıyor olması çok zor bir konu, çünkü zayıflıklarımız veyahut da hassasiyetlerimizin görünür olmasından haz etmeyip, onların ortaya çıkmasından da korkarız. Bu hassasiyet veya zayıflıkların görünür olmasının başımıza felaket getirmesinden endişe duyarız.
Duygusal olarak dalgalanmalar yaşayan biri olarak, beni en çok etkileyen şey sanıyorum ki hayal kırıklığıdır. Hayal kırıklıkları ile baş edebilme noktasında sağlıklı bir baş edebilme kapasitesine sahip değilim ve en güçlü baş etme mekanizmam yemek yemektir. Duygusal olarak güçlü bir şekilde, tıka basa bir şekilde yemek yiyip, sorunlara göz ardı etme eğilimim güçlüdür. Tıka basa yemek yemiş olmakla birlikte sonrasında gelen suçluluk ve de utanç duygusu ile de karşılaşırım. Bugün geldiğim noktada korkumun, kilomun ve yaşamımın nasıl etkileneceği üzerine korkuyu hissettim.
Sanıyorum ki bu aşırı yemenin arkasında olan şey, bir resetlenme, yeniden başlama noktasına dönüş çabası haline gelmek. Her zaman düzeni yıkıp tekrardan kurma, yeniden inşa etme ve yeniden bir durum ortaya çıkarma arzusundayım. Böylece, geçmişte olanları yok sayacak, onlar yok olacak ve böylece belki de yaşanan hayal kırıklığının etkisi de ortadan kalkacak şeklinde bilinçdışında bir düşüncem varmış gibime geliyor. Ancak yaşanılan her ne kadar ortadan kaldırılmaya çalışılsa da buz gibi bir gerçeklik olup, göz ardı edilemeyecek bir şey, geçmişimizin bir parçasıdır.
Daha önceki yazımda bahsettiğim simgesel babayı istemediğime dair ifadem bana Donald Winnicott isminde bir psikanalist ve pediatristi hatırlattı. Winnicott çocuğun gelişim aşamasında annesinden(burada anne aslında soyut bir terim, cinsiyetten bağımsız, bakım-veren olarak düşünülebilir) talep ettiği şeylerin bir çoğu için annenin çabaladığını gördükçe çocuk yeterli bulduğunu ve süper olmasa bile yeterince iyi olduğunu düşünerek kendi gerçek benliği ile yaşadığını söyler. Ancak çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması noktasında yaşadığı hayal kırıklıkları ile beraber çocuk ihtiyaç duyduğu şeye ihtiyaç duymadığına dair bir kimlik ve de görüntü çizip, kendisini gelecekteki hayal kırıklıklarından korunmak için o şeyi istemediğini ve ihtiyacı olmadığını beyan eder. Winnicott her ne kadar böyle bir beyan olsa da bunun var olacağını, bilinçdışında bu arzunun var olacağını ve sürçmelerle bu arzunun bazen ortaya çıkacağını söyler. Bununla ilgili bir yazı linkini de aşağıda ekliyorum, İngilizce olsa bile google üzerinden Türkçe’ye çevrilebilir:
https://depthcounseling.org/blog/winnicott-true-false-self#:~:text=Winnicott%20expounded%20on%20the%20idea,age%2C%20without%20even%20knowing%20it.
Yalan olmasın bunu da düşündükçe bir yandan politik alan ve siyasetçiler ile kurduğumuz ilişki arasında, ben de dahil, ebeveyn-çocuk ilişkisini anımsatmıyor değil. Bu anlamda şu an için benim bulunduğum kesim olan muhalif kesimde yaşanan hayal kırıklığı ve çalkalanma ile beraber, kimi tarafın Kılıçdaroğlu’nun istifasını istemesi kimi tarafınsa Kılıçdaroğlu’nun savunmasını yapması, en özelinde bu arzu ve de ihtiyaçlara karşılık verip vermemesinin bir yansıması sanırım.
Simgesel-babanın ne olduğu üzerine, nasıl bir işlevi olduğu üzerine biraz bahsedelim. Simgesel-baba en özünde bu hayatta arzu, istek ve de kendimizi gerçekleştirebileceğimiz, bunun gerçekleşebilmesi için de bizlere rehberlik edip, etrafı tanımlayacak bir entiti, kurum veya kişidir. Burada bu simgesel-babanın varlığı, insanın içine düştüğü anlamsızlık demeti içerisinde bir anlamlandırma ve hayat organize etmesini sağlar. Burada simgesel-babanın kaynakları, gelenek, görenek, kurallar, ideoloji vesairedir. Bunların ışığında birey, çocuk bir hayat inşa ederek varlığını devam ettirir. Eski zamanlara dair kesin bilgi sahibi olmamakla birlikte, erkeğin toplumsal hayatı organize etmesi ve içinde bulunması sebebiyle bizde de bu görev erkeğe verilmiştir. Erdoğan’ın zamanında biz milli görüş gömleğini sırtımızdan çıkardık sözüne benzer bir şekilde, bir gömlek verir kendileri için.
Jacques Lacan 1968 öğrenci hareketine bakıp incelediği zaman, öğrenci hareketinin sol bir örgütlenme ve ayaklanma olmasına rağmen arzusunun arkasında olan şeyin aslında bir efendi olduğunu söyler. Şu anki muhalefette olan kesimin bir çoğunun da benzer bir motivasyonu yok dersem biraz da yalan söylemiş olurum.
Simgesel-babaya tekrar dönersek, şu an için Erdoğan benim gözümden bir anlamda bir simgesel-baba rolü üstlenmekte ve bu anlamda kendi seçmenine kendince bir rehberlik yapmakta. Ben üniversite hayatımdan beri var olan simgesel-babaların yeterli olmadığını düşünmüşümdür. Özünde bu rolü oynayabilecek kişilerin niyetinin iyi olmadığı, iyi bir hayata rehberlik edemeyecekleri, hep eksik bıraktıkları rollerin olduğu ve bunu da bilerek yaptıklarının, sadece amaçlarının yönlendirmeye ve hükmetmeye devam edebilmek olduğu kanaatindeyim. Bu düşünce her anlamda var olan gömleklerden başka bir gömleğe ihtiyaç duyuşumun, var olan gömleklerin içinde rahat hissetmediğimin de bir tezahürü.
Burada bir başka noktaya değinmek isterim, semavi dinlerde hiçbir peygamberin babası olmaması da ilginç bir konu(Musa’nın var ancak öz babası değil). Burada, aslında gerçeklik içinde kendi kendilerine rehberlik etmiş kişilerin bir anlamlandırma inşa ettikleri, bu hayatı yaşarken gömleksiz doğdukları ve giyecekleri bu gömleği kendilerinin diktiği düşünülebilir.