Bir Değişik Seçim
Bizim mahalle ile seçimlere dair konuşurken, eleştirinin getirilmesi artık bir değişikliğin şart olduğu noktasında konuşuyordu. Burada eleştiriyi de oy verdiğim tarafa yapmam gerekir ki, bu insanların yüzüne bakabileyim. Ben çünkü dediği ile yaptığının birbirini tutmadığı bir insan olmak istemiyorum.
İktidar ile benzer safta olan kişiler ile konuşurken şu örneği vermiştim: Bir usta gelse ve size bana her istediğim imkanı verin ve ben sizin evinizi çok daha iyi ve çok daha güzel hale getireyim dese, sonrasında bu ev daha güzel olmak bir kenara dursun, eskisinden kötü hale gelirse, siz bu ustaya bir hesap sormaz mısınız? O ustaya artık bir çekil kenara, bu iş böyle olmamalıydı, biz böyle anlaşmamıştık demez misiniz?
İkinci örnek ise diyelim ki ortak tapulu bir apartmanımız var, hepimizin ortak olduğu bir ev var. Biz bu evde yaşıyoruz ve evin reisi gelip, bütün tapuları benim üzerime yapın, ben çabucak işleri hallederim böylece ve evi çok daha güzel çok daha rahat hale getirir diyor. Bizler de gidiyoruz tamam diyerek bu evi bu kişinin üstüne yapıyoruz. Ancak sonuçta ev daha kötü oluyor ve biz bir yandan da tapumuzu, hakkımızı kaybediyoruz. Artık o eve yasal olarak girebilme imkanımız yok, o evin yöneticisi artık beni sevmese, beğenmese veya istemese beni evden atabilir. Ben böyle bir durumda evimde kalıp kalamayacağıma dair korku yaşarım. Artık o evde yaşayanlar istemeseler bile kendilerini o ev sahibine sevdirmek zorundadır ki evsiz kalmasınlar. Ben, kendimi birine sevdirme mecburiyetini taşımaktan haz etmiyorum, bana esirlik, kölelik gibi geliyor bu durum. Artık böyle bir durumda o evi ne kadar sahiplenebilir bir insan, ne kadar benimseyebilir benim evim diye?
Bu noktada iktidar kanadına yaptığım bu iki eleştiri ile beraber, biraz da seçim gecesinden itibaren yaşanan ve desteklemiş olduğum muhalefet tarafına da eleştirilerin yapılması gerekir. Öncelikle bu seçim kadar muhalefetin toplum tarafından desteklendiği, herkesin sorumluluk aldığı ve elinden geldiğince katkıda bulunduğu bir seçim hatırlamıyorum. Bütün seçmen çok ciddi manada katkıda bulundu. Ancak muhalif kanadı yöneten ve yönlendiren kesim o kadar da iş yapmamış gibi duruyor.
Öncelikli olarak iletişim stratejileri ve seçimi kurdukları oyun kendi seçmenlerini çok fazla şekilde travma eden şekilde, insanları bir uçtan bir uca sürüklüyorlar ve seçmenlerinin enerjilerini boşu boşuna harcıyorlar. Bu çok önemli bir şey ki kendi kitleni efektif bir şekilde yönetemediğinin de benim gözümde biraz da ortaya çıkışı oluyor. İlk tur öncesinde, muhalefetin yaptığı bütün stratejiler kazanma durumuna göre kurulmuş ve bütün seçmeninin motivasyonunu kazanılacağının kesinliği üzerine inşa etmiş. Bu nokta gerçekten gerek motivasyon, gerekse kitleni mobilize edebilme, onları sandıklara yönlendirme anlamında güçlü etkileri olsa da, aksi durumun ortaya çıkışında ne yapılacağı hakkında herhangi bir fikir düşünülmemiş veya plan yapılmamış. Zaten muhalefetin en büyük iletişim stratejisi bu son seçim, şu olacak bu olacak vesaire derken kendi seçmenini korkuyla beraber travmatize edip, kendi mahallesine kapanmasına ve o inşa edilen korkunun içinde yaşamasına sebebiyet veriyor. Bu seçmenin bir sarmal içerisinde kaybolmasına ve sürekli olarak Sisifosvari bir şekilde kaderinin olumsuzluğu üzerinde bir hayat yaşamasına sebep veriyor. İnsanlar hayatlarını sadece kazandıklarında huzurluca yaşayabilecekleri kanaatine kapılıyor. Bu sorumluluk sahibi bir tavır değil. Bununla beraber yaşanan hüzünle beraber muhalefetin kadro ve liderleri bir anda ortadan kaybolup yaşanılanın veyahut da verilen sözün hiçbir önemi yokmuş gibi ortadan kayboluyorlar ve ortaya çıktıklarında “Mücadeleye Devam” diye bir içi boş, yavan bir slogan atıyorlar. Örneğin, bu iletişim stratejisinin kazanma üzerine kurulmasını Babala TV’deki Kılıçdaroğlu’nun yayınında da gördük. Orada kazanamazsanız istifa edecek misiniz sorusuna verilen cevap kazanacağızdı. Bu cevap bile kaybetme durumunda ne olacağının belirsizliğinin, daha doğrusu kaybetmenin sorumluluğunu alamamanın da bana sorarsanız bir göstergesi. Hem kaybetme durumuna dair bir hazırlık yapılmıyor, hem de kayıp da üstlenilmiyor veya sorumluluk alınmıyor. Ben bu seçim boyunca seçim stratejisine dair özeleştiriyi sadece İmamoğlu’ndan gördüm ki o da kendimizi anlatamadık demiş bir yerde. Zaten ilk turdan sora sırf kazanmak için bütün söylemlerini, her şeylerini değiştirdiler.
Seçim sonrasında Kılıçdaroğlu’nun yaptığı tek açıklama ise çok kötü, adil olmayan şartlarda mücadele ettik ve mücadeleye devam edeceğiz şeklindeydi. Peki ama bu seçimin bu şartlar altında olacağını sizler de biliyordunuz. Eğer ki böyle bir durum olacak ve altından kalkamayacaksanız bu seçime girmeyebilirdiniz. Bunu bahane olarak sunmak başlı başına bir problem, şunun denilmesini de anlayabilirim aslında: Ben bunu aşabileceğimizi zannediyordum ama aşamadık, kusura bakmayın, hakkınızı helal edin. Zaten Kılıçdaroğlu herkesle hellaleşeceğim derken, kendisi için emek ve mesai harcamış insanlarla henüz helalleşemedi, bu önemli problem.
Asıl önemli hata ise, kendi iş ve yükümlülüklerini seçmene yükleme çabaları ki bu asıl skandallardan biriydi ve ben bu duruma çok sinirlendim. İlk turdan sonra CHP çıkıp, YSK’nın verilerini açtık, oradan kontrol edin tutanaklarınızı diye bir duyuru yaptı. Bu artık yapılmaması, bundan sonra topun partilerde olduğu bir aşama. İnsanlar gitti oyunu kullandı, sağıyla soluyla konuştu derdini anlatmaya çalıştı, ikna etmeye çalıştı, oyunu kullandı. Sonra gitti oyuna da sahip çıktı, başında bekledi, ıslak imzalı tutanakları gönderdi size. En sonunda da dendi ki bir de bunlar doğru mu kontrol edin. Bu insanlar koyun değil, seçmen bunun farkına varılması lazım. Sanki muhalefet kazanmak istemiyor da seçmeni kazanmasını istiyormuş gibi bir hava oldu. Benim tepkim de e kusura bakma yani bunu da ben yapacaksam mazbatayı bana verindi. İkinci nokta Babacan’ın gençlere, ananızı babanızı ikna edin güzel bir Türkiye istiyorsanız diye çağrı yapması. Yani bunu da anlamıyorum, bu seçmenler size muhtaç mı? Kalkıp, sen meclise gir diye sağla solla konuşacak oy toplayacak. Sebep? Erdoğan gitsin X gelsin. Ya sizin seçmeniniz zaten 20 küsür senedir Erdoğan ile yaşıyor, bir 5 sene daha yaşar, ama bu yapılan tepeden bakma ve bütün ilişkiyi bu insanlar bana muhtaç üzerine kurma, çok yanlış ama çok çok yanlış. Bana Babacan’ın ifadesi bunları hissettirdi.
Bir yandan da muhalif kanattaki seçmenlerde de tabiki de hayal kırıklığı var, kimisi Kılıçdaroğlu’ndan razıyım diyor, olabilir, insanların kanaatlarini yargılayacak ve hor görecek değilim. Anlayın biraz ne kadar zor şartlarda mücadele etti de deniliyor. Bunu anlamıyorum ama samimi bir şekilde söylüyorum, anlamıyorum. O koltuğa oturacak ve öyle bir partiyi yönetmek isteyecek milyonlarca insan vardır. Kimse de Kılıçdaroğlu’nu orada zorla tutmuyor, o kadar zor şartlardaysa emekli olup çekilebilir. İkinci nokta ortadan kaybolma, zaten bu ortadan kaybolma CHP’nin en büyük özelliği herhalde, kaybettiğinde sırra kadem basıyor herkes. Bu da ayıptır lidersen ve belli bir kitleye önderlik yapıyorsan bunu yapamazsın. Kaptan gemiyi en son terk eder yahu.
İkinci nokta Erdoğan’a karşı alınan en yüksek oymuş. Bir bakalım, 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın aldığı oy %51,79, bu seçimde ikinci turda Erdoğan %52,16 almış. 2018’deki seçimde ise %52,54 almış. Erdoğan’ın oyunda 10 senedir değişen bir şey yok, hala aynı oy oranında. Ama sen sadece kaç oy verilmiş(yani nominal olarak) diye bakarsan tabiki de artacak, zaten nüfus artıyor. Önemli olan yüzdeni artırmak. Diğer bir nokta ise CHP’nin yine en çok aldığı oymuş. Ama CHP 77 seçiminde %40 larda oy almış. En yükseği bu seçim değil yine.
Bir diğer nokta ise oy vermeyenlerin suçlanması. Kimse kimseye oy vermek zorunda değil, kimse de diğerleri ile aynı endişeleri yaşamak zorunda değil. Diğer insanlar benle, sizle aynı endişeleri yaşamıyor olabilir ve bu çok doğal bir durumdur.
İkinci turda oy kullanmaya aslında gitmek istemiyordum, bu sebeplerden dolayı kızgındım ve de kırgındım da. Ancak söz verdiğim için sabahın köründe gidip sandık bekledim ve oyumu da kullandım. Ama muhalefetin liderlerinin en büyük problemi kaybı sahiplenememek, olgunluğun olmaması. Bunu sahiplenemeden kazanacak hale gelebileceklerini de pek sanmıyorum. Sorumluluk sahibi olmanın gerekliliklerinden birisi de budur benim için. Artık muhalefetin liderlerinin oturup biz bu kadar kötü ekonomik şartlara, bu kadar sıkıntılara rağmen neden bu seçimin sonunda seçimden önceki halimizden daha kötü bir hale geldik diye bir düşünmesi gerekir. Niye kazanamadık diye bir sorması gerekir. Bahane bulma zamanı değil.
CHP’nin benim için sembolik bir anlamı var. Atatürk’e beslediğim hürmetten ve sevgiden dolayı -benim için idolleştirdiğim figürlerden biri olabilir-, bu partiyi onun kurmuş olması, ülkenin kurucu partisi olması sebebiyle CHP’nin de kazanmasını isterim. Yalan yok. Ama benim bu sevgim, ilgim veya sempatimi kimse paylaşmak zorunda değil. Türkiye olarak biraz da bunu öğrenmemiz lazım. Hiçbirimiz bizim sevdiğimiz, beğendiğimiz veya doğru bulduğumuz şeyler hakkında hemfikir olmak zorunda değil, kimse bunlara uymak zorunda değil.