Doğup Büyüdüğüm Mahalle ve Ben-2
Bütün sülalem bildiğim kadarıyla Erdoğan’cıdır ve de dindardırlar. Bense bu safta yer alamadım. Bu safın içerisinde bir insan olarak var olamamın sebebi ne eğitimli olmam ne de çok akıllı olmamdır. Temelinde tek bir sebep vardır ki, yaşadığımız zorluk, sıkıntı ve huzursuz günlerin arkasında yatan asıl sebebin bizim mahallenin ideolojisi olduğunu düşünmemdir. Bu kavgayı ben çok verdim, çok tartıştık, çok kızdık, bağırdık çağırdık birbirimize, çok uzun süreler küslük ve de kızgınlık da oldu. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi farkında olmadan hep mahallenin zıttına konuşlandım ve bu konuşlandığım mahalleden de doğup büyüdüğüm mahallenin ideolojisini yenmeye çalıştım.
Bu seçimde de aslında kendimi yenmeye çok kaptırmışım ki, hala daha aslında içimdeki o büyük Öteki’yi yenmeyi arzulayan bir noktadaymışım. Seçimde tahmin ettiğim sonucu alamamamdan kaynaklı büyük hayal kırıklığını yaşamanın sebebinin de biraz bu olduğunu düşünüyorum. Ancak bu yenme arzusunun halen daha var olması o mahallenin etkisinden çıkamadığımı, daha da önemlisi mahallenin içinde özgürce var olabilmeyi çok da benimseyemediğimi fark ettirmiştir. Daha net ifadeyle mahallemin içinde böyle bir şekilde var olabileceğime dair inancım olmadığını ortaya koyuyor. Bu sebepten dolayı madem totaliterlik, zorbalık olacak o zaman ya benim totaliterliğim olsun, olmuyorsa da ben hiç o mahalleye girmeyeyim düşüncesiyle hareket etmişimdir. Ancak burada garip belki de patolojik bir ilişkimiz de bulunmaktadır. Bir önceki yazıya tekrardan referans verirsek, bireyin varlığının büyük Öteki’ye dayandırmayı bıraktığı noktada terapinin bittiğini düşünürsek, benim için halen daha varlığımı o mahalleye dayandırdığımın biraz da ispatı oldu. Ancak madem ki birey olma yolunda ilerliyoruz dersek artık, bu noktada yavaş yavaş da o bağımlılığın bitişine dair gerekli adımların atılması gerekir. Peki bunlar nedir? Bilmiyorum.
Bu adım benim için hem yabancı olan bir adım, hem de biraz korkutucu bir adım, yalan yok. Daha önceki yazılarımda dedim ya neye dönüşeceğim veya ne olacağımdan korkuyorum. Biraz da şu an hissettiğim şey de bu. Çünkü şikayet etsem bile, bu benim için konfor alanımdan çıkmak demek. Aslında içten içe biliyorum ki, her ne olursa olsun, her ne kadar agresif olsalar ve bazen ucu bucağı olmayan laflar etseler de aslında kötü insanlar değiller ve de benim için kendilerince doğru olduğunu düşündükleri şeyleri, ihtiyacım olduğunda ellerinden geldiğince yaparlar. Rahmetli anneannemin zamanında bana söylediği “Oğlum ya babana ya da dayına yaslanacaksın.” cümlesini, benimse “Ya ben kimseye yaslanmak istemiyorum, kendi başıma var olmak istiyorum.” dediğimi hatırlıyorum. Anneannem içinse böyle bir dünya pek de mümkün değildi sanırım. Bizim mahallede her zaman anne-babalar çocukları için gerekeni her zaman çocuklarından daha iyi bildiklerini düşünürler. Bu yüzden de pek izin vermezler, hoşlarına da gitmez çocukların kendi kafalarına göre yaşamaları.
Bugün babamla konuşurken kendisinin Akp’den müşahit olduğunu öğrendim. Ne yapacağına dair konuştuk, bir şeyler anlattım. Sonrasında kime oy vereceğimize dair konuştuk. O Erdoğan’a niçin oy vereceğine dair beni ikna etmeye çalışırken bense kendimce neden uzak durduğumu veya eleştirdiği karşı tarafın o kadar da olmayabileceğini anlatmaya çalıştım. Ama burada daha da önemli olan bir şey var ki, babamın veya annemin inandığı bir şeyin aksinde olsam bile bunu konuşabilmekti. Ben derdimi anlatabildim, o da kendi derdini anlatabildi. Bu zıtlığımız da hoşuma gidiyor, işte Lacan’cı bir tabir ile acıdan keyif alma, jouissance duygusu bu oluyor. Birbirimizi anlamaya çalıştık en azından(veya ben bunu hissettim) ve ben bundan çok keyif aldım ve farklı bir noktada olduğumu hissettim. Ama sanıyorum bu farklı noktada olduğum hissini kendime yakıştıramıyorum ve kendime yabancı buluyorum. Bir acemi çaylaklığı var sanki.
Bu benim için seçimi kazanmaktan da veya babamı, annemi, akrabalarımı yenmekten de daha kıymetli. Erdoğan kazanabilir veya kaybedebilir. Hayırlısı olsun, artık hayatımda bunun bu kadar da önemli olmadığı bir noktanın başlaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü buz gibi bir gerçek var, her ne olursa olsun önümüzde cidden zor bir dönem gelecek, bizi zor bir dönem bekliyor gibime geliyor. Kim kazanırsa kazansın bu çok zorlu hayat bizi bekliyor açıkçası.
Kazanma isteği sanıyorum her insanda vardır ve de bende de vardır. Ama kazanmaya muhtaç olmak ile kazanmayı istemek arasında da fark vardır. Zaten kazanmaya muhtaç hale geldiğimizde bazı değerleri de kaybediyoruz gibime geliyor. Maharet sanki kazanmaya muhtaç hale gelmemekte.