Winnicott’un Penceresinden Bakmak

Oyun ve de gercekliğin birbirinden çok da uzak şeyler olmayabileceği, bu ikisinin de inşa edilebilecek yanları olduğu ve belki de bu anlamda klinik deneyler ve de tecrübeler ile beraber bir teorinin atılmış olabileceği ihtimali beni D. W. Winnicott’un “OYUN VE GERÇEKLİK” isimli kitabını okumaya iten sebeplerden biriydi. Bir başka sebep ise, daha öncesinde hakkinda yazmış olduğum Mahler ile ilgili araştırma yaparken karşıma çıkmasıdır. Bunların dışında bir sebep sayacaksam, o da eskiden terapi alırken terapistimin bana Winnicott hakkında bahsetmiş olmasıdır.

Evet, oyun ve gerçekliğin inşası, kültürel deneyim kısmıyla ilintili olduğu doğru olabilir. Veyahut da Mahler’in çocuğun gelişimine dair koyduğu kuram ile Winnicott’un koyduğu arasında da benzerlikler vardır. Mahler’in tanımladığı baştaki otistik evre ile Winnicott’un tümgüçlülük evresi birbirine benzerdir. Ama bu kitabın alameti farikasi bana sorarsanız iki noktadadır. Birincisi arka kapağında yazdığı gibi geçiş olgusu ve geçiş nesnesi, ikincisi ise daha önce bu kitapta bulunduğuna dair hiç fikir sahibi olmadığım nesne ilişkileridir. Bu yazıda da bunlara, biraz da kitaba referans vererek değinmek, hatta bu meseleler üzerine spekülasyon yapmak niyetindeyim. Nasıl ki bir tavus kuşunun şovu, çok güzel olduğunu düşündüğü kuyruğunu sağa sola açıp yayarak etrafa göstermek ise; benim de şovum çok süper olarak sandığım beynimin kıvrımlarını ortaya koymak için bu spekülasyonlarda bulunmaktır.
Kitap ile ilgili diyaloğuma Saffet Murat Tuna’nın yapmış olduğu katkılar ile başlamak isterim. Saffet Murat Tuna Melanie Klein ve de Freud’un nesne özelinde görüş farklılıklarını bizlere aktarıyor. Cinsel dürtüde Freud amacın(biriken enerjinin boşalmasının) asıl olduğunu ve diğer öğeleri yarattığını söylemiş. Bu aslında şu anlama geliyor. Nesne , yani enerjinin boşalacağı şey, bir parametreden ziyade amacın gerceklesmesine hizmet eden bir olgudur. Bu yüzden nesne bu amacı etki eden bir şey değil, amaçtan kaynaklı çıkan durumdur. Klein’ın tespiti ise nesnenin asıl gayenin bir çıktısı olduğu değil, nesnenin gayeyi oluşturan etmen/etmenlerden biri olduğudur. Tuna Klein’ın dürtüyü amacı gerçekleştirmeye yönelik bir olgu değil, yönelişsel bir süreç olduğunu söylüyor. Bunu biraz söküme ugrattığımızda sanıyorum ki daha net anlaşılabilir.
Yönelme veya yöneliş eylemi bir nesneye doğru olur. Bir sürü nesne arasında belirli bir nesne hedeftedir. Bu yönelme eyleminin gerceklesmesi için o yüzden bir nesne öncelikle gereklidir. Yönelişin diğerlerine değil de belirli bir nesneye doğru olması ise zaten nesnenin asli olduğunu gösterir. Eğer ki Freud’un dediği gibi olsaydı, belirli bir nesneye yöneliş olmaz, rassal seçim olurdu. Bu söküm bize nesnenin de asli unsur olsugunu gösteriyor. Ve Klein dürtünün evcillestirilemeyecegini, yani terbiye edilemeyeceği, kent vurulamayacagini, sadece onunla baş edilebileceğini söyler.
Klein’ın bir diğer dikkat çekici unsuru ise, hastaları iyileştirenin analist/terapist olduğunu değil, hastanın kendisi olduğunu söyler. Bu noktada Winnicott da benzer bir görüştedir. Vakalarında yaptıklarına ve analistlere tavsiyelerine baktiginizda sık sık hastayı kendi kendine cikarim ve yorumları yapmas için teşvik ettiği ve zaman tanıdığı görülür. Burada Winnicott’un cekincelerinde, o pür ve doğal sürece dışsal müdahalede bulunmama isteği olduğu görülür. Ama bence daha önemli olan, Winnicott’un da sağlıklı insanın niteliği olarak tanımladığı paradoksa katlanma kapasitesini artırmaktır. Terapi veya görüşme metodu, savundukları anlamında da Sokratik yönteme benzerdir. Saffet Murat Tuna’nın bahsetmiş olduklarindan sadece birkaçı bunlar. Daha fazlası da var, ancak ben yavaş yavaş geçiş olguları ve geçiş nesnesinden bahsetmek istiyorum.

Geçiş Olguları ve Geçiş Nesnesi

Bu olgu ve nesne çocuk gelişiminin bir parçasıdır Winnicott’a göre ve aynı zamanda gerekliliktir de. Winnicott’un bebeğe dair iki varsayımı vardır, ilki bebeklerin doğar doğmaz kendi parçaları ile erojen belgelerini uyardiklaridir(çocuğun baş parmağını ağzına sokması). İkincisi ise bebeklerin birkaç ay sonra bebeklerle oynamaktan hoşlandıkları, annelerin de bebeklerini sundukları bir nesneye çok bağlı olmalarını istedikleridir. Geçiş nesneleri ve geçiş olguları, aslında bu ikisi arasındaki boşluğu doldurmaya, o süreci tanımlamaya yönelik ortaya atılmıştır(Sf. 19-20). Winnicott bu noktaya şu yoldan gelmektedir: genel kanı olan insanın iç dünyası ve dış dünyası olduğu, yani öznel ve de nesnel olarak ikiye ayrılan iki dünyadan oluştuğu düşüncesine üçüncü bir bölgesi daha olduğunu söyler. Bu deneyimleme alanıdır ve iç ve dış dünyadan etkilendigini söyler. Bu alan bir yanılsama surecini barındırır der. Yanılsamaya cocuk için saygı duyarız, yetişkinlikte de bu yanılsamalar bulunur. Bu yanılsamaların benzerliği sayesinde grup oluştururuz der Winnicott ve bir baskasini ayni yanılsamayı kabul etmeye zorlamayi delilik gostergesi olarak görürüz(sf. 21). Yanilsamanin ne olduğuna da ileride değineceğim.
Kitabın anlatış sırasıyla ilerleyerek, geçiş olgusu ve geçiş nesnesinin tanımlarına neyi ifade ettiklerine artik bakmak gerekir. Bebek doğduktan sonra ilk varsayimda değindiğimiz gibi parmağını emme eylemi(kendine dönük erotik eylem) sırasında bir takım durumlar ortaya çıkar: bebek öteki eliyle dışsal bir nesneyi kavrar ağzına sokar, ya da bez parçası emer(zorunluluk değil) ve bu nesneler erişmeye kolaylık ile güven vericiligine göre (bebek için) (bebek tarafından)seçilir, bebek ilk aylardan itibaren yolup biriktirdiği yünlerle kendini okşar-bazen yutup sikinti da yaşayabilir, mirildanmalar-notalar vs. ile ilk konuşma süreci de başlar. İşte bu sürece Winnicott geçiş olgusu der. Bu olgu bebeğin kendisi araciligiyla kendine yaşattığı deneyimin, dışsal bir nesne ile eşlik edilmesini içerir. Bebek bir noktada, parmakları ile değil yün topakları ile kendini okşamaktadır. Deneyim tamamen dışsal bir nesne sayesinde sağlanmaktadır.
Geçiş nesnesi ise bebeğin uykuya dalarken illaki yanında istediği, endişeye karşı bir savunma işlevi olan bir nesne veya olgu, yani oyuncak bebek, battaniye, başörtüsü veya ninni ya da farklı bir konuşma tarzı olabilen şeye geçiş nesnesi denir. Dikkat edilirse nesnenin ne olduğu önemli değildir. Önemli olan nesnenin nasıl bir rol üstlendiğidir. Bu nesneyi anne ve baba da bilir, buna saygı duyar, çocuğun nesnesine ise müdahalede bulunmaz(sf. 22-23)
Çocuk geçiş nesnesini aldığı an oyunda onun için artik başlar . Geçiş olgularında ve geçiş nesnelerindeki en temel özellik, en temel takınılacak tavir, bebeğe o nesneyi kendisinin yaratıp yaramadığını sormamaktır( sf. 134)
Geçiş nesnesi, cocugun gelişim sürecinde gerçekliği kavramadan önceki aşamadır. Bebek haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçme surecinde ilk olarak anneyi kendisinin bir parçası yani öznel, içsel bir varlık olarak görür. Anne, bebek ile tam bir uyum içindedir ve bu durum bebekte bir tümgüçlülük hissi yaratır. Yani çocuk her şeyi kendisinin bir uzantısı ve kendisini de yaratıcısı olarak görür. Bu yanilsama hali sağlıklı gelişim için çok önemlidir. Bunun başta sekteye ugratilmamasi gerekir. Ancak bu süreç bir süre sona erecektir ve çocuk bir hayal kırıklığı yaşayacaktır. Bu yaşayacağı hayal kırıklığı, gercekliğe geçiş surecini başlatır ve ilk aşama geçiş nesnesi olur. Bu süreç geçiş nesnesi sayesinde başlar.
Winnicott insanın hayatı boyunca gerçekliği kabul etme ile uğraşacağını, çünkü ic ve dış dünyasını ilişkilendirmenin yükünü taşıdığına değinir. İşte bunu yapabilmesini sağlayan ara bölgedir ve geçiş nesnesi süreci bu ara bölgenin oluşumunu ve işlemesini sağlayan şeydir.
O ara bölgede veya geçiş nesneli süreçte öznel olarak her rol atfedilebilir, fantezi kurulabilir hayal ve de oyun dünyasına geçiş yapılabilir. Nesne esnek, yok olmayacak bir yapida olmalıdır. Keza bu nesne çok ciddi sevgiye maruz kalabileceği gibi siddete de maruz kalabilir. (Sf. 24-34)
Geçiş olguları ve nesneleri paradoksal bir süreçtir ve paradoksun kabul edilmesine dairdir. Winnicott paradoks ile yaşayabilmeyi bir meziyet olarak görür.

Nesne İlişkisi ve Kullanma

Winnicott’un nesne ilişkisi, nesnenin kullanımına dair görüşleri benim açımdan çok çarpıcı olmuştur. Kitabin 123. Sayfasindan 131. Sayfasına kadar değindiği konunun bir özetini burada aktaracağım.
Nesne ilişkisi özenin nesne ile anlamlı ilişki kurup ona yatırım yaptığı, nesnenin özne için anlamlı hale geldiği durumu aktarır. Burada yansıtma mekanizmaları işlemekte, kendisinden bir kısmın da nesneye aktarıldığını hissetmektedir(Örneğin aşık olan kişinin, sevdiğinden ayrılması sonucunda bir parçasının kopup gittiğini hissetmesi gibi.) Nesne ilişkisi, öznenin nesneye kendinden bir parça aktarımı yapması ve bağ kurmasıdır
Gercekliğe geçiş sürecinin bir parçası da öznenin nesneyi kullanma kapasitesini elde etmesidir. Bu kapasitenin edinimi nesne ilişkisi ile baslar, sonunda da nesne kullanımı gerçekleşir. Bu ikisinin arasında kalan alanda özne nesneyi kendinden ayrı bir varlık olarak algilamaya, onu içsel bir varlık veya kendi yarattığı bir şey olarak görmemeye çalışır.
Bu dışsallastırma işleminin arkasından nesnenin yok edilmesi gelir. Özne nesneyi yok etmeye, ona saldırganlık göstermeye başlar. Öznenin bu şekilde yok edilme işlemi boyunca nesne hayatta kalmaya devam ettikçe özne için ayrı bir varlık haline gelir. Kendinden ayrı olarak görür ve artık onun kullanabileceği hale gelir. Nesneye saygı ve dr sevgi duyulur. Artık özne nesneyi kullanabilir hale gelmiştir. Ancak özne için her nesne fantezide yok edildiği sürece kullanılabilir hale gelir. Bu sürecin bedeli özne için budur.
Nesneye karşı aslında bir öfke yoktur. Hatta nesne hayatta kalmaya devam ettiği için bir sevinç de vardır ve Winnicott bu yok etme eyleminin nesneyi daha da güçlü hale getirdigini söyler. Nesne sürekliliğini oluşturur. Bu durumu analist açısından da izah eder.
Psikanaliz sürecinde hastanın saldırgan olduğu, misilleme yaptığı durumların olduğundan bahseder Winnicot(fiziki değildir bu). Bu missillemelerde analistin niteliğinde değişikliğe gitmemesinin önemli olduğunu söyler. Boylece analist, öznenin faydalanabileceği bir nesne olacaktır. Analist bu saldırıların ödülünü ise sonrasında alacaktır. Ancak analist bu tepkileri ve saldırıları sonrasında konuşabilir ve durumu aktarabilir. Burada analist hayatta kalmayı öğrenmeli ve bilmelidir.

Değerlendirme

Winnicott’un bahsetmiş olduğum bu iki kuramı üzerine spekülasyon yapacağım kısım burası olacaktır. Öncelikle geçiş nesnesi ve geçiş olgusuyla başlayalım. Aslında adından da anlaşılacağı üzere bu yeni gerçekliğe adım atan bireyin adapte oluşuna dair bir kuramdır. Bunu sadece bebeklikte değil tüm hayatımız boyunca işlediğimizi düşünüyorum. İlk başlarda girilen ortamın Tanrısı rolü, sonrasında bu role sığamama veya Tanri atfini verenlerin bu rolü daha fazla oynayaması bir geçiş nesnesi olusturur. Bu bir arkadas, bir stres topu, bir madde, spor programı veya terapist olabilir. Bu nesne yanilsamadan çıkışı yaptıktan sonraki ve gerçekliğe girişten onceki duraktir. Bu nesneye herkes saygı duyar ve de karışmaz, varlığını korurlar. Sonunda gerçekliğin kabul edilmesi ile bu nesne artık ihtiyacın da olmaması ile beraber ehemmiyetini kaybeder ve unutulur.
Nesne ilişkileri ve nesnenin kullanımında ise ana ve de çok önemli nokta: yıkım ve saldırganlıktır. Bu saldırganlık nesnenin ayrilarak özerkliğini sağlar. Bu özelliği kazanması sayesinde de işlev kazanır. Oznenin nesneye aktardığı parçasını yok etmeye calismasi gerekir.
Peki bunların önemi nedir? Hayatımızda, günümüzde ve de çevremizde bir çok sey bizim için farkında olmadığımız şekilde geçiş nesnesi rolü oynayabilir. Ayrıca bizler de keza bir başkasının geçiş nesnesi olabiliriz. Bizlere agresyon yüklü gelen veya yıkıcı tarzda yaklaşan birini gördüğümüzde aklımıza nesne ilişkileri gelebilir ve olaya o açıdan da bakıp değerlendirebiliriz. Winnicott’un öğrettiği ve beni de etkileyen şey bizim “hayatta kalabilme” kapasitesini güçlendirmeye, bunu gerçekleştirmeye çalışmamız gerektiğine dair görüşüdür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir