Kaptan Fantastik-Captain Fantastic
Kaptan Fantastik beni ciddi manada etkileyen bir film olmuştur. Film toplumdan soyutlanmış bir ailede annenin ölümü ve ölümünden sonra başından geçenleri, cenaze merasimi ve devamı etrafında şekilleniyor. Ancak burada asıl hikaye annenin ölümü ile baş etmekten ziyade baba ile çocukları arasında kurulmuş olan ilişkinin boyutu ve niteliğidir.
Filmdeki çocuklara baktığınızda çok yetenekli çok başarılıdırlar. Fizikten tutup felsefeye kadar çeşitli konular hakkında bilgi sahibi olmakla birlikte fiziksel olarak da gelişmişler. Dağ tırmanıcılığından tutup avlanmaya, çiğ et yemeye kadar bir ton şeyi de yapabiliyorlar. Hazır yemeği reddedip besleyici olduğunu düşündüklerini yemek yiyorlar. Siyasi yelpazede solun tayflarından birinde yer alabilecek babanın ideolojisinin de etkisi altındalar.
Ancak baba her ne kadar çocuklarını çok önemseyen ve onlar için en iyi kararı veren biri olarak gözükse de, aslında bana göre kazın ayağı öyle değil. Burada babanın kötü bir insan olduğunu söylemiyorum bana göre iyi bir insan. Ancak tavırları bana travmasından kurtulamamış ve travmasından kurtulabilmesi daha doğrusu travmasına sebep olanları yenebilmesi için çocuklarını yetiştiren bir babayı bana çağrıştırıyor. İnsan yetiştirmekten ziyade bir piyon, asker yetiştiriyor gibi geliyor bana. Talim saatleri, eğitim saatleri, zorlu görevleri dağılımları vesaire var, ama çocukların boş olduğu vakti hiç görmüyoruz, kendi başlarına geçirdiği vakitleri görmüyoruz. Sürekli bir arada ve hep beraber bir şey yapıyorlar. Bu biraz da doğada olmanın getirdiği bir şey ancak hiç mi birisi de çıkıp ya sıkıldım şuraya koşayım, oynayayım veya ağaca tırmanayım falan demez. İkinci nokta ise bu insanların yaşadığı yerde ne elektronik bir şey, ne elektrik, ne hukuki bir sistem var. Doğanın içinde yaşayan bu çocuklara neden medeni Dünya’nın dinamiklerini, normlarını, teknolojisini öğretiyor ki baba? Çünkü bu öğrenilen bilgilerin hiçbiri, açıkça konuşayım, hayatlarını devam ettirdikleri bölgede gerekli bir şey değil. Kalkıp tartışmalarını sebzenin nasıl yetişeceği, nasıl daha verimli bir şekilde yetiştirebilecekleri, avlanma taktikleri üzerine yapsalar bu bana tutarlı gelir. Ama kalkıp kuantum mekaniğinden, sicim teorisinden Allah’ın dağının başında yaşarken konuşmanın manasını bulamıyorum.
Bu durum aslında bana göre bir semptom, babanın soyutlandığı topluma, dışarıda bırakıldığı veya aforoz edildiği topluma yeniden girmeye yönelik arzusu. Ancak bunu kendisi yapmaya cüret edemezken, çocuklarını buna hazırlamakla birlikte, o topluma girdiklerinde de kendisinin yaşadığı travmaları yaşamasını istemiyor. Bakın anne de mektuplarının birinde çocukların filozof krallar olacağından bahsediyor, hayal ediyor. Peki basitçe soralım tebası olmayan kral olabilir mi? Olmaz. Bu çocukların hiçbiri bir başka insanla iletişime geçmemişken nasıl kral olabilirler ki? O yüzden bu çocukların aslında topluma döndükleri ve orada “büyük” insanlar olarak bulundukları durumu arzu ettiklerini düşünüyorum.
Baba büyük ihtimalle modernizmi veya endüstrileşmeyi eleştirenlerden biri ama onun artık eleştirdiği şeyin birebir aynısı haline geldiğinin farkında değil. Özgürlükçü bir havası, imajı varken bana sorarsanız pek de değil. Tek bir ideaya saplanmış ve aklında şu durumda şu olur, şu durumun çıktısı olur şeklinde formülize edilen bir sistem var, esneklikten uzak bu sistemde beklediği çıktıyı almadığında aslında tepkisi de hayal kırıklığı oluyor. Chomsky gününü kutlamaya isyan eden çocuğu tartışmaya direk olarak çağırıyor, kim kazanacak şeklinde bir ambiyansın oluşmasından dolayı çocuk o alana ve tartışmaya bile girmiyor. Baba aklına bir plan program koymuş ve bu plan program dahilinde, bir başka hiçbir şeye tolerans göstermeden ilerlenmesini istiyor. En büyük oğlunun bütün üniversitelerden kabul aldığını babasıyla paylaştığı ve üniversiteye gitmek istediğini söylediği noktada, babanın verdiği cevap çocuğu tebrik etmek veya üniversite planını nasıl gerçekleştireceğini, nasıl yapabileceğini, neyi istediğini konuşmaktan ziyade çocuğu kendisine karşı iş çevirmek ile suçluyor. Sanki en büyük çocuğunun kedisinin planından ayrı bir şey düşünüp, tasarlayıp, isteyebileceğini içten içe reddediyor.
Çocuklardan biri isyankar, sürekli olarak itiraz ediyor ve babasını da suçluyor. Filmin ilk başından beri bunun sinyallerini veriyor. Çocuğun isyanı da bana göre babanın burnu dik bir şekilde gitmesi ve etrafını duymamasına karşı. Çocuk babasına karşı isyanını dindirdiği yer, babanın durup etrafına bakıp bazı şeyleri fark ettiği an. Bütün bunların arkasında bir plan olduğunun çıkarımını yapabileceğimiz, babanın söylemiş olduğu güzel bir hataydı ama hataydı sözü ile anlıyoruz.
Peki babanın tavrında değişiklik olan nokta ise, isyankar çocuğu kaçırması için çocuklarından birini görevlendirdiğinde, görevlendirilen çocuğun hayatını tehdit eden bir kaza geçirmesi, sonucu ağır olmasa da büyük bir felaketi ucuz atlatmış olması. Bu olaydan sonra baba bazı değişiklikleri yapmaya karar veriyor ancak çocuklar babayı terk etmek yerine, babayı kurtarmak için dönüyorlar ve filmin sonunda da farklı bir şeye adım atmış olduklarının sinyali veriliyor.
Son söz olarak, bu filmin biraz kıymetine değinmek isterim. Film aslında her şeyden önce, bir şeye göre “mükemmel” olmanın o kadar da iyi bir şey olmayabileceğini, hatta bu baskı ve de çabanın yıpratıcı olabileceğini bizlere gösteriyor. Mükemmelliğin peşinde koştukça yabancılaşma da beraberinde geliyor. İnsanın kendisinin farkına varmasını engelleyen bir durumu ortaya çıkardığını anlatıyor.