Özdeşleşmenin İlk Bölümü Hakkında Bir Şerh
Bir tanıdığımın yazılarımın iyi geldiğini, yakınlık duyduğunu bana aktarmasından sonra daha bir hevesli, daha bir mutlu olduğumu söylemezsem yalan olmaz. Yazdıklarımın veya yaptıklarımın karşılık bulması beni çok mutlu ediyor.
Bun kitap bir derya deniz, şerh konulacak, yorum yapılacak çok şey var. Anlaşılacak çok şey var. Önceki okuduğum kitap böyle bir şekilde değildi. Yalan olmasın ilk okumaya başladığımda bu kitabı tam olarak böyle olacağını da düşünmüyordum. Ama dallanıp budaklanıyor, ama hayatıma dokunduğunu hissetmekle birlikte, bir şeyler inşa edebilmemde, geçmişimi ve tecrübelerimi anlamlandırmada, kendimi tanıma sürecimde faydası oluyor Bazen kendimi tekrara düştüğümü hissedebiliyorum. Biraz da bu hissiyat, sanıyorum ki, daha önceden anladıklarımdan yola çıkarak o zaman öyleyse şöyledir, böyleyse böyledir diye yaptığım kestirimlerle bazı noktalarda paralellik bulmamdan kaynaklı.
Dil felsefesi kitapta gördüğümüz kadarıyla Lacan’ın bakış açısında çok önemli bir rol oynuyor. Dil ve anlam arasındaki ilişki, anlam ile nesne ilişkiyi şimdiye kadar anladığım kadarıyla biraz da bu konuya değinmek istiyorum bu yazıda. Benim için biraz ağır konular bunlar o terimler ve kavramları anlamakta zorlanabiliyorum, anladığım kadarıyla da bazı kesitler aktararak aktarma niyetindeyim.
“Demek ki point de capiton’un temel paradoksu şudur: Bir ideolojiyi, gösterilenin metonimik kaymasını durdurarak totalize eden ‘değişmez adlandırıcı’, Anlam’ın en yoğun olduğu nokta değildir, kendisi unsurların farklılığa dayalı etkileşiminden muaf olduğu için istikrarlı ve sabit bir gönderme noktası hizmeti verecek bir tür Garanti değildir. Tam tersine, gösterilenin alanında gösterenin failini temsil eden unsurdur. Kendi içinde ‘salt farklılık’tan başka bir şey değildir: Salt yapısal bir rol oynar, salt performatif bir mahiyeti vardır- anlamı kendi yaptığı sözceleme edimiyle çakışır: kısacası ‘gösterilensiz bir gösterendir’. Nitekim ideolojik bir yapının analizindeki canalıcı adım, onu bir arada tutan unsurun (“Tanrı”, “Ülke”, “Parti”, “Sınıf”…) gözkamaştırıcı ihtişamının ardında, bu kendi kendine gönderme yapan, totolojik, perfomatif işlemi teşhis etmektir. Örneği bir ‘Yahudi’ son analizde ‘Yahudi’ göstereninin damgaladığı biridir.”
Sayfa 115’i okuyan bu paragrafın anlaşılmasını sağlayan şey sonda verilen Yahudi örneğidir. Burada gösteren, yani kelimenin diyelim, kimliği inşasını ortaya koyan bir yapısı olduğunu Zizek bize aktarıyor. Point capiton dediğimiz, o bir denizde anlamsızca yüzen, bir şeye hizmet etmeyen rastgele seslerin çıpalayarak birbirimizi anlamamızı sağlayan şeyin ise sürekli değişken olduğu, anlamın point capitonları oluşturduğundan ziyade gösterenin, yani kelimenin anlamın inşa edilmesi süresince yaptığı işlevi belirttiğini ortaya koyuyor. Başka bir örnek vermek gerekirse, demokrasi nedir diye insanlara sorduğumuzda alacağımız cevaplar farklı olacaktır. Eğer ki kelime anlamın yoğunlaşıp, yani niteliklerine göre adlandırıyor olsaydık çok fazla farklı tanımlar ortaya çıkmazdı. Peki neden böyle bir durum ortaya çıkıyor? İşte bu mekanizmanın nasıl işlediğini ilerleyen kısımda anlatıyor.
İlk olarak bahsettiği kısım Özdeşleşme(Arzu Grafiğinin Alt Düzeyi) kısmı. Bu kısmın henüz tamamını okumamış olmamakla birlikte ilk başlıktan bahsedeceğim: Anlamın Geri Dönüşlülüğü. Aslında ilk başlıktan bahsetme niyetindeydim ama çok da kavrayabilmiş değilim henüz.
Anlamın geri dönüşlülüğü bölümü için referanslarımız ile başlayalım:
“point de capiton’un ‘değişmez adlandırıcı’ olarak-gösterilenin geçirdiği bütün değişimlere rağmen kimliğini koruyan gösteren olarak- işleyiş biçimini netleştirdikten sonra, gerçek soruna ulaşmış durumdayız: Verili bir ideolojik alanın, onun anlamını sabitleyen ‘dikleşme’ işlemi sayesinde böyle totalize edilmesi, kalıntıların yok olmasına mı yol açar; gösterenlerin sonsuz yüzergezerliğini hiçbir artık bırakmadan ortadan kaldırır mı? Öyle değilse, ondan kaçan boyutu nasıl kavrarız? Cevap Lacan’ın arzu grafiğinde bulunur.”
“..Mitik, simge-öncesi bir niyet, S-S’ vektörü ile gösterilen gösteren zincirini, gösteren dizisini ‘diker’. Bu dikme işleminin ürünü(mitik-gerçek-niyet göstergeden geçip dışına çıktıktan sonra ‘öteki taraftan çıkan’ şey)… öznedir. Bu asfari eklemlenme bile, buradaki bireylerin özne olmaya çağrılması süreci ile uğraştığımızı gösterir… Point de capiton, öznenin gösterene ‘dikildiği’ noktadır, aynı zamanda bireyi, ona belli bir ana-gösterenle seslenerek özne olmaya çağıran noktadır-kısacası gösteren zincirinin özneleşme noktasıdır.
Bu temel grafikteki canalıcı bir özellik, öznel niyet vektörünün gösteren zinciri vektörünü geriye doğru dikesidir: Zincirden, onu deldiği noktanın öncesindeki bir noktadan çıkar. Lacan tam da anlamlandırma etkisinin gösteren karşısındaki bu geri dönüşlü karakteri üzerinde, gösterilenin gösteren zincirinin ilerlemesi karşısında böyle arkada kalması üzerinde durur: Anlam etkisi her zaman geri doğru üretilir. Hala ‘yüzergezer’ bir durumda olan- anlamlandırması henüz sabitlenmemiş olan- gösterenler birbirlerini takip eder. Sonra belli bir noktada- tam da niyetin gösteren zincirini deldiği, çaprazlama kestiği noktada bir gösteren zincirin anlamını geri dönüş olarak sabitler, anlamı gösterene diker, anlam kaymasını durdurur.
…İdeoloji alanında özgürlük, devlet, adalet, barış vb. gösterenler yüzergezer durumdadır; sonra bunların oluşturduğu zincire, bunların(Komünist) anlamlarını geri dönüşlü olarak belirleyen bir ana-gösteren(“Komünizm”) eklenir: ‘Özgürlük’ ancak bir kölelik biçiminden ibaret olan burjuva biçimsel özgürlüğünü aştığında etkin olabilir; ‘devlet’ egemen sınıfın egemenliğinin koşullarını garantiye almasını sağlayan araçtır; piyasa mübadelesi ‘adil ve hakkaniyetli’ olamaz çünkü tam da emek ile sermaye arasındaki eşdeğer mübadelenin biçimi sömürüyü gerektirir; ‘savaş’ sınıflı toplumun bünyesine özgü bir şeydir; kalıcı barışı ancak sosyalist devrim getirebilir, vb vb.”
Son paragraf örnek olmakla birlikte ilk paragraftan başlayarak yavaş yavaş çözümlemeye başlayalım. Öncelikle ilk paragrafta point de capiton’un nasıl bir işlevi olduğunu görüyoruz. Burada point de capiton’a sanki gösterenin içindeki artı bir durum gibi bir muamele gerçekleştiriliyor. Peki bu mekanizmanın açıklaması işte ikinci alıntının ilk iki paragrafında açıklanmaya başlanıyor. Burada gösterilen ile gösteren arasında bir bağ olduğunu, yani nesne ile kelimenin arasında diyelim bir bağ olduğunu ve bu bağın işlenmeye başlamasının niyet ile başladığını bize aktarıyor. Niyet ile başlayan bu sürecin sonunda artık özne ortaya çıkarak gösteren tanımlanmış oluyor. Buradaki özne simgesel alandaki varlık olan bir özne sanırım ve biz birey olarak yani insan olarak simgesel alandaki özneye çağrılıyoruz. Yani aslında buradaki özneyi toplumsal bir rol olarak düşünebiliriz.
İdeolojide de belirli olmayan, tanımı net olmayan bir sürü kavram bulunmaktadır, işte baştaki niyet konusunda ilk ana-göstergeni inşa edip, sonrasında da bu alandaki diğer süreçleri de inşa ediyoruz. Burada kendi üniversite hayatımdaki bir teori girişimim ve düşüncelerim ve bütün bunların sonunda kendimi Max Stirner’in noktasında bulduğum zamanım aklıma geldi. Buradaki çıkış noktamın temelinde yatan şey hiyerarşik ilişkiden haz etmemem ve bu haz etmeme ile beraber her insanın doğası gereği sadece kendi çıkarını düşündüğü ve buna doğru yol alacağı fikriydi. Hiyerarşide üstte olan kişi bundan dolayı kendi çıkarı ile hiyerarşide daha altta kalan kişinin çıkarları çatıştığında üstte olan kişi alttaki kişiyi satacak, ihanet edecek veya terk edecektir. Böyle bir durumun olduğu noktada her türlü hiyerarşinin olduğu ve sadece kendimizi düşündüğümüz bir sistemin inşa edilmesi gerektiği, böylece hayal kırıklığı veya ihanet ile karşılaşmadan yaşayabileceğimiz bir hayat inşa edebileceğimizi düşünüyordum. Buradan yola çıkarak özgürlük, hak ve adaletin ne olduğu üzerine çok fazla düşünmüş ve tanımlamalar geliştirmeye çalışmıştım. Hatta bu algımdan dolayı hiyerarşik bir ilişkiye mümkün olduğu kadar girmemeye çalışmış, kaçınmış, eğer ki böyle bir ilişkiye mecbur kaldıysam da hiyerarşide üstte olan kişi ile mümkün olduğunca az iletişim kurmaya çalışmışımdır. Şu an ise geçmişe yönelik baktığımda hiyerarşik bir ilişkide üste bağımlı olmaya eğilimli olduğum da ortaya çıkıyor sanki ve biraz da hayal kırıklığı inşa ediyor. Çünkü eğer ki gerçek böyleyse bile o zaman o durumda dahi dayanıklı olacak bir şekilde hayat inşa etmek daha sağlıklı gibime geliyor. Yaptığım aksiyon depreme dayanıksız olan evin, duvarlarını ve iç döşemesini düzelterek depreme dayanıklı hale gelmiş gibi makyajlamakmış gibi sanki.